BAYRAM SONRASI İŞLETMELERİ VE EKONOMİYİ NELER BEKLİYOR?
BAŞKAN ÖZDOĞAN: “HALİT ÖZKAYA KÜTÜPHANESİYLE GENÇLERİMİZİN GELECEĞİNE YATIRIM YAPIYORUZ”
Kervansaray, kelimesinin kökeni Farsça "kârbân" veya "kârvân"a dayanmaktadır. Şehirler arasında inşa edilen kervansaraylar, kervanların ve yolcuların konaklamaları için ana yollar üzerinde yapılan hayır kurumlarıdır. Kervansaraylar kitabelerinde ve kaynaklarda han veya ribât olarak da geçmektedir. Ribâtlar, sınır boylarında ya da stratejik yerlerde ordu birliklerinin ve binek hayvanlarının da konakladığı askeri amaçlı yapılardır. Kuzey Afrika’dan Türkistan’a kadar çoğu yerde etrafı yüksek duvarlarla çevrili, tek kapıdan girişin sağlandığı ribâtların inşa edildiği görülmektedir. Ribat yapılarında gözcü kuleleri, ambar, ahır ve askerlerin konakladığı bölümler bulunmaktadır. Mâverâünnehir’de ticaret yolları üzerinde kurulan menzil yapılarıyla, Türkistan çevresinde bulunan etrafı yüksek duvarlarla çevrili çiftlik yapılarının benzer işleve sahip olması bakımından ribât olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Askeri amaçla kullanılan ribâtların kervansaraya dönüşmesinde bu geleneklerin büyük payı olduğu düşünülmektedir. Merv ve Semerkant çevresinde VIII. ve IX. yüzyıllarda ribât yapımı sürmüş, ancak IX. yüzyılın sonlarında Müslümanlığın yayılmasıyla birlikte sınır boylarındaki ribâtların işlevi hankaha ve ticaret yolu üzerindeki ribâtların işlevi ise kervansaraya dönüşmüştür. Suriye, Mısır ve Filistin’de ribâtlar “hankah-zaviye, misafirhane” olarak kullanılmıştır. Mâverâünnehir ve İran’da XI. yüzyıldan itibaren ribat, kervansarayla aynı anlamı ifade etmeye başlamıştır. Ana hatları değişmeyen plan şemasının XI. yüzyıldan itibaren de kullanıldığı görülmektedir. Selçuklu döneminden Hekim Hanı, Çardak Hanı, Kırkgöz Hanı ve Osmanlı döneminde Erzurum Rüstem Paşa Kervansarayı vd. kitabelerinde ribât adının geçmesi geleneğinin Anadolu’da da uygulandığını göstermektedir.
Avrupa’yı Ortadoğu üzerinden Asya ve Uzakdoğu’ya bağlayan ticaret merkezinin büyük bir bölümünün Ortaçağ’da Anadolu üzerinden geçtiği bilinmektedir. Anadolu, Selçuklu devleti hâkimiyetine girmesinden itibaren XII. yüzyılın sonlarında ticaretin merkezi konumuna gelmiştir. Anadolu Selçuklu ticaretini şekillendiren iki yol ağı vardır. Bunlar doğu-batı, kuzey-güney kervan yollarıdır. Selçuklu sultanları Anadolu’nun ana ticaret yollarından, ara yollara kadar çoğu yerde kervansaray yaptırmışlardır. Kervansaraylar arasındaki mesafe genellikle 30-35 km’dir. Konya-Aksaray-Kayseri gibi işlek yol güzergâhı üzerinde bulunan kervansarayların daha yakın mesafelerde de kurulduğu bilinmektedir. Kervansarayların, konaklamaya gelenlerin güvenliklerini sağlamak ve onların temel ihtiyaçlarını karşılamak gibi iki ana işlevi vardır.
Ticarette güven ortamının sağlanması amacıyla kervanlara bazı yollarda askerlerin eşlik etmesi, ıssız yerlerde muhafız güvenliklerinin bulundurulmasının yanı sıra zarar gören ve soyguna uğrayan tüccarların zararlarının bir nevi sigorta sistemi ile devlet hazinesinden karşılanması güvencesi verilmiştir.
Kayseri, kuzey-güney kervan yolları güzergâhı üzerinde olması bakımından önem arz etmektedir. Bu yol güzergâhı kervan yolcularının Yabanlu pazarına ve Konya-Kayseri yol hattına geçmelerine olanak sağlamıştır. Dolaysıyla Kayseri ve çevresi ticari açıdan gelişme göstermiştir. Kayseri-Sivas yol güzergâhında yirmiden fazla hanın varlığı bilinmektedir. Kayseri’de ticaretin gelişmesinde önemli rol oynayan kervansaraylardan günümüze yalnızca Selçuklu döneminden iki mimari yapı ulaşabilmiştir. Bunlardan biri Kayseri Sivas yolu üzerinde bulunan Tuzhisar Sultan Hanı, diğeri ise Kayseri Malatya yol üzerinde bulunan Karatay Hanıdır.
Kervansaraylarda süsleme malzemesi olarak taş kullanılmıştır. Selçuklu mimarisi süslemenin genel karakterine uygun şekilde bitkisel, geometrik, figür ve yazı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısacası Kayseri ve civarında varlığı yirmiden fazla olduğu bilinen kervansaraylardan günümüze sadece iki örneğin kalmış olması dikkat çekicidir. Bu durum sanata ilginin az olduğunun ve tarihi yapılara yeterince sahip çıkılmadığının bir göstergesidir. Kültürel miraslarımıza sahip çıkılması ve halkın bu konuda bilinçlendirilmesi önceliğimiz olmalıdır.
Sanat Tarihi Uzmanı
İsmail ARGUNŞAH